Pinar KeskinerBağlanma ve Öğrenme İlişkisi 

 Uzm. Psikolojik Danışman Pınar Keskiner

Bağlanma davranışı içgüdüsel bir davranıştır, insan yavrusu sosyal etkileşimler yaşamaya hazır ve donanımlı olarak doğar.

Bu yazıyı okumaya başlamadan önce bir dakikanızı ayırıp şu soruyu düşünmenizi istiyorum. “Eğitim hayatınız boyunca üzerinizde en olumlu etkiyi bırakan öğretmeniniz kimdi?”


Bugüne dek, gerek iş hayatınızda gerekse de günlük hayatınızdaki sohbetlerinizde bu öğretmenin adını ve özelliklerini, neden bu öğretmeninizden etkilendiğinizi eminim düşünmüşsünüzdür. Hatırladıysanız bunları aklımızda tutarak devam edebiliriz…

Aslında eğitimciler olarak bizler bir anlamda okuldan hiç ayrılmamış kişileriz. Bu nedenle de bazen yaptıklarımızın önemini ve etkilerini düşünmek, fark etmek konusunda mesleki körlükler yaşayabiliyoruz. Bu yazıda, sınıftaki eğitim sürecini kolaylaştıran ve genelde çok somut olarak görülmeyen bir konu olarak çocukların bağlanma şekillerinin öğrenme süreçlerine etkisini ele almak istedim.

Sınıfınıza gelen öğrencilerin erken dönem ilişkilerinde farklı kişilerden, farklı tarzlarda bakım görmüş çocuklar olduğunu ve hepsinin de sizinle ilişki kurmaya muhtaç olduğunu biliyoruz. Tıpkı anne-bebek arasındaki etkileşim gibi, öğretmen ile öğrenci arasındaki etkileşim de bu ikilinin birbirlerini gördükleri ilk anda oluşmaya başlar.

Ama ne oluyor da bazı öğrencilerinizi çok severken, bazılarına daha çok kızıyorsunuz? Ya da davranış sorunları çok olan bir çocuğa neden daha fazla tolerans gösteriyorsunuz? Diğer öğretmenler sınıfınızdaki güzel çocukları överken, siz çok da fark edilmeyen bir öğrencinizi daha çok öne çıkarmaya çalışıyorsunuz? Cevabını net olarak bulamadığınız başka sorularınızı da düşünebilirsiniz…

Eğer kendimize sorduğumuz bir sorunun cevabını hemen bulamıyorsak, işte orada bizim ve karşımızdaki kişinin iç dünyası ile ilgili bir şeyler gizli olabilir.

Her çocuğun bugüne kadar bildiği, tanıdığı ebeveyn-çocuk ilişkileri var. Öğretmen olarak sizin de bugüne kadar kendi geçmişinizden ve mesleki deneyiminizden edindiğiniz bir ilişki kurma şekliniz var. İşte bunların çatıştığı ya da çalıştığı ortamlarda yukarıdaki cevaplanması zor sorular oluşuyor.

Öğretmen-öğrenci ilişkisine bakarken, ebeveyn çocuk ilişkisini de göz önünde bulundurmalıyız. Bowlby’nin bağlanma teorisinde de vurguladığı gibi ebeveynler, çocukların bağlanma stillerinin oluşumunda anahtar roldedir.

Öğrenme, öğretmenden ayrı düşünülemez. Bir şeyi öğrenmek aslında ilişkisel bir süreçtir. Bir şey öğrenmek için öğrenmeye içsel olarak hazır olmak ve öğretecek kişiye güven duymamız önemlidir. En başta düşündüğümüz ve hatırladığımız, sevdiğimiz öğretmen muhtemelen birçoğunuzun en sevdiği de öğretmendir. Yetişkinler olarak bile, bir şey öğrenmek için farklı eğitimlere gideriz, bazılarından çok şey öğrenirken, bazılarından çıktığımızda aklımızda hiçbir şey kalmaz. Acaba bu farkı yaratan nedir diye düşünmek öğrenme süreçleri hakkında birçok bilgi verecektir.

Aktarım ve karşı aktarım:

Çocukken bazı öğretmenlerimizi çok sevdik, bazılarından korktuk, bazılarına hiç yakınlaşamadık bile. Oysa bizim çok sevdiğimiz bir öğretmeni yakın arkadaşımız hiç sevmemiş de olabilir. İşte bu fark bize “aktarım” kavramını işaret ediyor. Karşımızdaki kişi ile ilgili duygu ve düşüncelerimizin bütünüdür aktarım. Bazı öğrenciler sürekli öğretmene yardım ederler, belki de evde gördüğü biçimde anne hep desteklenmesi gereken rolünde olduğu için öğretmene aktarımında da öğretmeni desteklemesi gerektiğini düşünür. O kişi kendi geçmişimizden birisi ya da olmak isteyip olamadığımız bir tarzı olabilir. Nedenleri herkesin içinde saklı.

Öğrencileriniz de sizleri gördüğünde aktarım süreci başlıyor.

Öğretmenler olarak da, bazı öğrencilerimize ya da ebeveynlerine olumlu bir his duyarız, bazılarına kızgınlık duyarız. Bu defa geldiğimiz kavram “karşı aktarım”! Aslında bu, farkında olmadığımız geçmiş duygu ve anıların günümüze aktarılmasıdır. Yani aslında bu çocuk ya da ebeveyn, geçmişimize dair bir şeyi bugüne getiriyor.

Her aktarım ilişkisi içinde bir umut taşır, acaba bu defa farklı olabilir mi sorusunu getirir. Öğretmene karşı gelen çocukta da, sürekli sevilmek için uğraşan çocuklarda da aktarım vardır.

Bazı anneler sadece çocuğu hasta olunca gerçekten ilgileniyorsa, bu çocuk okula sürekli hastalık getiriyor, kliniğe gidiyorsa ilgi alma biçimi bu olmuştur. Öğretmen ebeveyn rolündedir, ancak çocuğun ebeveyninin aynısı olmamak lazım. Çocuğun ihtiyacını, onun dünyasında ne olup bittiğini anlamaya çalışan ebeveynlerin varlığı önemlidir. Eğer gerçek ilgiyi sağlıklı anında da verebilirsek ve çocuğa da bu mesajı sözlü ve sözsüz iletebilirsek, ilişki kurma şeklini değiştirme şansı sunarız.

Veliler de öğretmenle aktarım ilişkisine girerler. Aslında otorite ile olan ilişkilerini yansıtırlar. Kimisi önünde eğilir, kimisi sürekli açık arar, kimisi çatışır…

Çocuğu sınıftan atmak ya da öğrenme ortamından uzaklaştırmak “sen istenmiyorsun” mesajını vermektir. Oysa çocuğa umut lazımdır. Bu çocuk bunu niye yapıyor, neden doğru davranışı öğrenemiyor bunu düşünmek lazım.

Unutmayalım ki, duygulanım ifade edildiğinde davranışa gerek kalmaz. “Sen heyecanlandın” demek bile onu yatıştırır. Hareketlenen çocuklarda öğretmene düşen görev, çocuğun kendini anlamasına ve kendini ifade etmesine yardım etmektir. Karşılıklı diyalogla bu mümkündür. “..böyle mi düşündün?” gibi çocuğun içinden geçen ve onu hareketlendiren duyguyu söze dökmektir.

Bu çocuğa nasıl davranmalıyım diye düşünürken emsallerini düşünün. Başka bir çocuk olsa nasıl davranırdım diye sorun kendinize. Eğer bir adaletsizlik ya da farklılık hissediyorsanız, nedenini düşünmeyi unutmayın. Belki bunu tek başınıza yapmak zor olabilir, bir meslektaşınızla birlikte de düşünebilirsiniz.