Araştırmacılar drama ve oyun ilişkisi hakkında şunları söylüyor: “Çocuklar drama etkinliğini genellikle oyun gibi algılar ve böyle algıladığı için de tüm enerjisini ve dikkatini ‘oyun oynuyormuşçasına’ drama etkinliği üzerinde yoğunlaştırır. Çocuk drama yoluyla hem oyun oynamış, hem de etkili bir öğrenme sürecini yaşamış olur. Oyun en yalın anlamda, hoşça vakit geçirme ve enerji boşalımı (deşarj) olarak tanımlanabilir. Çocuk oyunu ise, çocukların kendi koyduğu kurallara uygun olarak, yetişkinlerin rehberliğinde olmayan, kendiliğinden gelişen ve zevk unsuru taşıyan davranışlarından oluşan bir etkinlik olarak tanımlanır. Oyun ve drama arasındaki en önemli paralellik her iki etkinlikte de, çocuğun doğasında bulanan rol yapma ve taklit dürtüsünün yoğun bir şekilde bulunmasıdır. Çocuklar üç yaş civarında ‘sanki öyleymiş gibi yapma davranışını’ geliştirmeye başlayarak, kendilerini farklı durum ve kişilerin yerine geçirme yönünde adımlar atarlar. Yani rol oynamaya başlarlar. Böylece çocuk ben-merkezli bir yapıdan, interaktif bir yapıya geçmeye başlar, paylaşımcı olma ve etrafındakilerle sosyal bir iletişim kurma yönünde adımlar atar. Drama etkinliğinin başarılı olduğu nokta da, oyunsu süreçler yoluyla sıkıcı olmayan bir ‘öğretim’ yönteminin gelişmesine katkı sunmasıdır.

Günümüz eğitim sistemleri, yaratıcılığı ve katılımcı bir eğitim anlayışını ön plana çıkarmak amacıyla öğrencinin bireysel yaratıcılığını ve merak duygusunu arttırıcı yenilikçi metotların keşfedilmesinin peşindedir. Bu anlamda oyun, drama ve sanatsal performans etkinlikleri yaratıcılığı kışkırtan bir eğitim perspektifi olması açısından oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Bu bölümde sizlerin kuramsal ve uygulama düzeyinde yararlanabileceği örnekler düzenlenmiş ve bu alanda çalışmak isteyen eğitimcilere yöntem, teknik ve kaynakça düzeyinde bir vizyon sunulmaktadır.

İlk olarak şunun altını çizmek gerekir. Bir eğitmenin sınıfa her girişi, sınıfın kapısından içeriye adımını her atışı canlı bir performansı başlatır. Sınıftaki öğretmen bu anlamda bir oyuncu, öğrenciler ise seyircidir. Tabii roller zaman zaman değişecektir. Öğretmen bu rolünü iyi oynamak zorundadır. Bu açıdan bakarsak öğretmen, yönetmen ve düzenleyici rolünü oldukça iyi oynamalı. Elbette ki demokratik vizyona sahip bir yönetmen olmalıdır. Oyun, drama ve sanatsal performans etkinlikleri bu anlamda bir öğretmenin her zaman başvuracağı alanlardır.

Kaynaklar

Eğitimde Drama, Ankara 2000, YA-PA Yayınları, s.11–52

Okul öncesi çocuklarla oyun oynarken öğretmenin dikkat etmesi gereken durumlar nelerdir?

  • Oyuna başlamadan önce çocuklar biraya getirilmelidir. Çocukları biraya getirme işlemi ilgi çekici ve muzip şekillerde yapılabilir. Örneğin oyunu başlatan bir çığırtkan figürünün olması, öğretmenin değişik bir rol oynaması, müzik kullanılması vb.
  • Çocukların ilgisini oyun üzerine çekmek ve tüm dikkatlerini orada toplamak amacıyla oyunla bağlantılı kısa bir giriş yapılmalıdır.
  • Oyunun kuralları varsa, yalın bir şekilde öğrencilere açıklanmalıdır.
  • Oyuna başlamadan önce deneme veya ön-prova yapılarak, oyunun nasıl oynanacağı uygulamalı olarak gösterilmelidir. Özelikle küçük yaş gruplarında oyunlar detaylı bir şekilde açıklanmalıdır. Günümüz çocuklarının oyun dağarcığının çok güçlü olmadığını belirtmek gerekir.
  • Oyunun sıralama düzeni varsa (daire, tek sıra, tek kol aralığı, diz çökerek vb.) oyuna başlamadan önce mutlaka bu düzene geçilmelidir.
  • Oyunda kullanılması gereken materyaller önceden hazırlanmalıdır.
  • Oyunun başlangıcı net bir şekilde yapılmalıdır. Bir işaret veya düdük sesi vb.
  • Oyun süresince kurallara uymayan ve bunu bilinçli olarak yapmaya devam eden öğrenci eğitmen tarafından uyarılmalıdır. Oyun süresince bireyciliği dayatan ve bencilik yapan çocukların grup uyumunu bozmaması için gerekirse oyun durdurulabilir. Çocuğa ilk ikaz yapılır. Ve oyun sonunda, “oyunbozanlık” meselesi üzerine tartışma açılmalıdır.
  • Kuralların içselleştirilmesi noktasında, öğrenci-merkezli yaklaşımlar da kullanılmalıdır. Örneğin, kurallara uymayı ısrarla reddeden bir çocuk, öğrenci meclisinin önüne çıkarılır. Gerekli açıklamaları ve yaptırımı öğretmen yerine, arkadaşları yapar. Meclis, “kendi kuralını kendin koy” ilkesiyle hareket eder. Oyunla ilgili alınan kararlara herkes uymak zorundadır. Çünkü ortada çocukların kendilerinin irade ve rıza göstererek koyduğu kurallar vardır.
  • Kimi oyunlarda tüm çocuklar ebe olmak için can atarlar. Ebe olmak istenilen ve arzu edilen bir konumdur. Bu durumda öğretmen ebe değişimini mümkün olduğu kadar farklılaştıracak bir şekilde, oyunun kurallarında değişikliklere gitmelidir. Ancak bunu yaparken çocukların oyun dünyasına olumsuz müdahaleler yapmamalıdır.
  • Sayışma/tekerleme, çekiliş, tahminde bulunma, “sağ mı sol mu?”, “tek mi çift mi?” vb. yöntemler kullanılırsa, ebe seçimi oldukça eğlenceli bir hale gelebilir.
  • Kurallı oyunlarda zaman zaman bireycilik, hırs, aşırı rekabet, kız-erkek çatışması gibi olumsuz süreçler ortaya çıkabilir. Bu sorunun aşılması uğruna, öğretmen paylaşımcılık ve dayanışma kavramları üzerine öğrencilere yönelik açıklayıcı konuşmalar yapmalıdır. Ayrıca, öğretmen kazanan veya kaybeden ayrımını silikleştirmeli, oyunun finalinde dostluk havası oluşturacak bir ortam yaratmak için zaman zaman oyunun kurallarına müdahaleler yapmalıdır. Ancak oyunun doğallığında yer alan kazanma ve kaybetme durumu tamamen ortadan kaldırılamaz. Biraz olsun törpülenebilir. Sonuçta yenilmeyi ve yenmeyi öğrenmek de bir eğitim ve yarının dünyasına bir hazırlıktır. Önemli olan kazanma veya kaybetmenin ‘biricik’ amaç olmamasıdır.
  • Oyunu kaybedenlere verilecek cezalar mizahi ve esprili, mime ve taklide dayalı, bilmece veya şarkı söylemeyi kışkırtan bir tarzda olmalıdır ki oyunun sonunda daha pozitif bir ortam oluşması sağlanabilsin.